top of page
Yazarın fotoğrafıElçin Yüzgüleç

Likya Yolu - Kaş Etabı

Gökçeören-Phellos
Likya Yolu Tabelası

Likya yolunda en heyecanlandığımız rotalardan biri dağ köylerinden geçip turkuaz mavisi denizine kavuşmayı vadeden Kaş etabıydı :)) Bu sefer Kaş’ın şerefine 3 günlük yürüyüşün ardına 2 günlük dinlenme ve denize girme payı bıraktık ve seyahatimizi 5 günlük planladık.


Yürüyüş planımızı özetlemek gerekirse ;

1.Gün : Sarıbelen - Gökçeören ( 14 km )

2.Gün : Gökçeören - Çukurbağ ( 20.3 km)

3. Gün : Çukurbağ - Kaş ( 6.7 km) şeklindeydi.


Haziranda Yürümek ?!


Likya yolunda yürüyüş için en uygun mevsimler ilkbahar ve sonbahar. Bu yeni bir bilgi değil. Bin bir renge boyanmış doğanın içinde yürürken gündüz çok bunalmaz, denize girebilir, akşamları dolaşırken tatlı tatlı üşürsünüz. Kaş etabını da mayıs ortalarında yapmayı planlıyorduk ancak mayıs ayı içinde ekibin tamamının denk gelebildiği bir hafta olmadığı için sıcak riskini göze alıp haziranın ilk haftasında yürümeyi oy birliğiyle kabul ettik ve bu yürüyüşü 6 kişi olarak planladık. Hemen kendimizi de tatlı tatlı ikna ettik:


'Hem denize daha rahat gireriz'

'Zaten dağlarda ağaçlar gölge yapıyor'


Diyeceğim şu ki, biz ettik siz etmeyin!

‘Haziranda yürümek mi? Yok canım, teşekkürler, ben almayayım’ deyiverin :)


Son Dakika Değişiklikleri


Yürüyüşten 1 gün önce iki arkadaşımız çeşitli problemler nedeniyle adaya daha katılamadan elendi. Pazar gecesi Antalya'da olacak şekilde uçak biletlerimizi almıştık ve gece 04.00' te ayarladığımız transferin bizi almasıyla sabah 06.30' da yürüyüşe başlamayı planlıyorduk. Gece konaklayacağımız yer iptal oldu. 3 saat uyumak için yeni yer ayarlamak çok saçma geldiğinden havaalanında 3 saat takılıp transferin bizi oradan almasına karar verdik. Bu arada son dakikada ayarladığımızı zannettiğimiz transferi ayarlayamamış olduğumuzu öğrendik ve havaalanında yenisini ayarlamak durumunda kaldık. Dizlerimizi zar zor sığdırdığımız bir arabanın gelmesiyle ve Sarıbelen'e doğru 3 saatlik yolculuğumuza başladık.


Plan yapmak bedava :) Bu yürüyüşümüzde evdeki hesap çarşıya öyle uymadı ki günlük hayatlarımızda planı ve kontrolü seven bir ekip olarak kendimizi olaylara bırakışımızı izlerken belki de mesele 'yolun kendisidir' diye düşünmeden edemedik.


'Ben Galiba Yürüyemeyeceğim' ler ve Yolda Tanıştıklarımız


Gece 04.30 civarı dağ yollarında ilerlerken herkes uyur uyanık, yorgun ve mutsuz görünüyordu ve kuzenim: 'Ben galiba yürüyemeyeceğim, acaba bizi direkt gece kalacağımız yere bıraksa da dinlenip mi karar versek?' dedi ve yüz ifadesi konuştuklarından çok daha fazlasını söylüyordu:D Hepimiz benzer hislerde olduğumuzdan içimiz çok rahat etmese de tamam dedik. Ve sabah 06.30' da caminin hemen yanındaki kocaman dut ağacının altındaki tertemiz havası olan dağlarla çevrili Gökçeören' de kalacağımız köy evine vardık. Köylü insanı erken kalkar görüşüne sığınarak ve başka çaremiz olmadığından aradık internetteki numarayı. Ben sizi akşam bekliyordum, erkencisiniz dese de durumu hiç garipsemeyerek zaten odalarınız hazırdı dedi ve dünyanın en güzel icatlarından birini -yataklarımızı- gösterdi.


Gökçeören köyünde konaklayabileceğiniz tek ev var. Hüseyin amcayla Ayşe teyzenin işlettiği bir köy evi. Google yorumlarda çok kötü şeyler yazdıklarından ön yargılı gitsek de biz burada kötü bir deneyim yaşamadık. Öncelikle kötü niyetli olduklarını düşünmüyorum. Alacağınız her hizmet için ise para konusunu netleştirmekte fayda var, evet.


Kuzenimin odaya girmesiyle uyandım ve saatin 12.00 olmasının şokunu yaşadım. (Uyku harika bir şey değil mi ya?!). Biz uyurken kuzenim bizim bahçede gözleme molası veren 2 yürüyüşçü ile konuşmuş. Biri Ayşegül, diğeri Philip. İkisi de tek başına bütün rotayı yürüyormuş çadırlarıyla. Philip Almanya'dan bu rota için gelmiş. Kuzenim ufak maceramızı anlatınca Sarıbelen-Gökçeören arasındaki rotanın keyifli olduğundan bahsetmişler. Baktık yol toplamda 4-5 saat sürüyor. Son olarak şöyle bir karara vardık, çantalarımızdaki yükü azaltalım ve Hüseyin amca bizi rotanın başlangıcına arabayla bıraksın ve merak ettiğimiz bu rotayı da bu şekilde yürümüş olalım. Gözlemelerimizi yedik, çayımızı içtik ve saat 14.30' da evden çıkıp 15.00' te yürüyüşe başladık.


1.Gün : Sarıbelen-Gökçeören

Birçok yerde olduğu gibi yeşil ve mavi bir arada...
Sarıbelen'den Harika Bir Manzara

Şu ana kadar yürüdüğümüz en düz rota olduğunu söylesem abartmış olmam herhâlde. İlk defa rakımı bu kadar yüksek bir noktadan başladığımız için herhangi bir tırmanma gerektirmeden tepeden denizin maviliğine doyuran manzaralar çıksa da Gökçeören' e ilerledikçe makilerle çevrili toprak araziye geçiş var. Bu geniş düzlüklerde yolu şaşırma ihtimali artıyor ve daha az popüler bir yol olduğundan işaretler daha az sıklıkta ve daha silik. 15 km boyunca herhangi bir su kaynağı yok, suları ona göre almakta fayda var. Güneş tepedeyken gölgesiz arazi yer yer yorsa da molalarımızı keyifli hale getiren kocaman bir meşe ya da dut ağacının gölgesini yol sizden esirgemiyor.




Patika o kadar bakir ki sık çalılıkların arasından geçerken örümcek ağlarını aşmanız gerekiyor.

Algılayana kadar bir süre yüzümüzden, vücudumuzdan örümcek ağları temizlesek de bir süre sonra önde yürüyen kişi ekip için batonla bu görevi devraldı. Yürüyüş sonlarına yaklaşırken bir keçi sürüsüyle karşılaşıyoruz. Çalıların içinden çekingen, kocaman, güzel gözleriyle bize bakarak geçişlerini izlemek o kadar keyifli ki... 'İyi ki çıktık be bu yola da' diye geçiriyorum içimden. Ardından çobanları gözüküyor ve biraz dalgayla gülerek diyor ki:


'Biz dağdan bıkmışız, siz dağa geliyorsunuz.'


Gülümseyerek yola devam ediyoruz. Sonlara yaklaşırken bir ev görüyoruz ve içinden yavru çoban köpekleri oyun oynamak için koşarak bize doğru geliyor. Biz ilk yürüyüşümüzden sonra çadır taşımasak da eğer su sorununu hallederseniz arazide çadır atmak için keyifli noktalar olduğunu söyleyebilirim.


Likya yolunun bu etabı kaplumbağalarla dolu!
Evini sırtında taşıyanlar :))
Bu yola yalnız çıktıysanız kaplumbağalarla yol arkadaşlığı yapmaya hazır olun!

İlk defa bu kadar çok kaplumbağa gördük ve her gördüğümüzde çocuklar gibi neşelendik. Hava başlangıçta çok sıcak olsa da zaman ilerledikçe güneşin açısı lehimize döndü ve yürüyüşün son kısımları oldukça keyifliydi. Güneş batmaya yaklaşırken ilk önce kitapta da geçen devasa meşe ağacını gördük. Sonra Likya yolunun toprak arazisinin köy asfaltıyla birleştiği noktaya vardık ve kendimizi duşa attık. Çıktığımızda Ayşe teyzenin lezzetli yemekleri bizi bekliyordu, üstüne çayımızı da içtik ve ertesi gün için erkenden odalarımıza çekildik.


2.Gün : Gökçeören-Çukurbağ


Yeniden yolda olmanın sevinci
Yeniden yoldayız !

Sabah 05.30' da çalan alarmlarla uyanıyoruz ve granül kahvelerimizi içip Ayşe teyzeden istediğimiz kahvaltılıkları çantaya yerleştirip 06.15 civarı yola düşüyoruz. Yolun asfalt kısmını arabayla geçip toprak arazide yürüyüşümüze başlıyoruz. Hedef 20 km. İlk defa 1000 m rakıma çıkacağız ama zaten Gökçeören’ in rakımı da 900 m. Resmen bir dağ köyündeyiz yani. Hava şimdiden sıcak olsa da başlangıçta çam ormanının tatlı gölgesi eşliğinde yürüyoruz. Yanımızda akan dereyi geçtikten sonra hafif bir tırmanışa başlıyoruz. Çantamız çok ağır olmasa da sıcağın etkisi rampayı çıkarken kendini iyice hissettirmeye başlıyor.







Örümcek ağlarıyla kaplı yine yolumuz. Ne kadar olabilir ki diyor olabilirsiniz ama yürümek için çaba harcatacak kadar:) Bir yandan hayatımda hiç görmediğim kadar çok sarı kelebek görüyorum. O kadar cıvıl cıvıl, öyle naifler ki içim neşeyle doluyor.

Küçük su molalarıyla yaklaşık 3,5 saat yürüdükten sonra saat 10.00' da bol gölgeli bahçesi olan, terk edilmiş bir kulübenin önünde kahvaltımızı yapmaya karar veriyoruz. Önümüzde harika bir dağ manzarası var. Ayşe teyzenin verdiği yufkaların arasına peynir, domates, yeşillik koyup anın tadını çıkarıyoruz. Bu kadar basit bir şey nasıl bu kadar güzel olabilir? Bir süre sonra dün tanıştığımız Philip geliyor. Sohbeti derinleştirirken biz ona dürüm veriyoruz, o bize Türk kahvesi yapıyor :) Bir dağın tepesinde terk edilmiş bir kulübede bir yabancının elinden Türk kahvesi içip hayat hikayesini dinlemek her gün başımıza gelmiyor. Belki günlük hayatta da karşımıza fırsatlar çıkıyor ama sürekli ‘bir şey’ yapmak zorundayız. Birini gerçekten dinlemeye vakit ayırmak bir lüks haline geldi sanki iyice. İşte yolun bu getirdiklerini çok sevdiğimi düşünüyorum o anda.


Sabah sürprizi bir yabancının elinden Türk kahvesi...
Dağda Türk kahvesi keyfi :)

Yaklaşık yarım saatlik bir moladan sonra tekrar yürümeye başlıyoruz ve kulübeden yaklaşık yarım saatlik bir yürüme mesafesinde bir çeşme görüp elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Hava iyice ısındı ve saat 13.00 civarında antik kente varırken üstümüzde ağaçların güvenli gölgelerinin olmadığı bir açıklıktan geçiyoruz.


Phellos, Likya
Phellos ve zirvedeki Likya mezarları


Bir dağın tepesinde Likya mezarları görmek oldukça etkileyici. Phellos adı verilen bu antik kentin küçük bir savunma, mabet ya da mezar şehri olduğu düşünülüyormuş. Buraya gelen Likyalıların Meis ve diğer küçük adalara bakıp denizin üstünde güneşin batışını izlediklerini hayal ediyorum.




Güneşin batışını hayal etmem boşuna değil çünkü sıcak bizi bitirmiş durumda:D Sabah çıkarken buz attığımız sularımız artık kaynar sudan hallice ve hiç ferahlatmıyor. Çukurbağ’ a inişe geçerken her yerde antik kentin kalıntıları var. Tel örgülerle çevrili bir arazinin yanında, bir bina yıkılmışçasına taşlık bir kısımda rotayı kaybediyoruz ve bulma sürecimiz biraz sancılı oluyor. Yorgunluktan ayağımız sürekli taşlara takılıyor, yanlış yere sapıp geri dönmek mutsuz ediyor, güneş tepemizdeyken ve en sonunda Wikiloc açmayı aklımıza getiriyoruz. Sıcaktan ve yorgunluktan beyni kapatmış durumdayız. Elbette birbirine güvenmenin etkisi de var.

‘Biri gelip bizi alsın ya’ nidaları yer yer yükselirken bizi isteseler de gelip alamayacakları bir konumda olduğumuzu fark edip çevrimdışı haritadan tellere paralel giderek doğru yola giriyoruz.

Bu konumdaki Likya yolu yönlendirmelerinin oldukça kötü olduğundan bahsetmekte fayda var diye düşünüyorum. Telefonun çektiği ilk noktada Çukurbağ’da konaklayacağımız yeri arıyoruz:


‘Merhaba, araç yoluna varmamıza yarım saat kaldı, bizi gelip alma ihtimaliniz var mı, ona göre ümitleneceğiz de.’


Kaş’a indiğini ve müsait olmadığını söylemesiyle gayretleri son bir toplayıp yolumuza devam ediyoruz ve Likya yolunun Çukurbağ ile birleştiği noktadaki camide bence hepimiz biraz rahatlıyoruz. Ve tatlı bir gurur da var elbette. Kalacağımız yere doğru ilerlerken bu sıcak havada soğuk bir su vermek ne önemliymiş ya insanlara diyorum. Hayvanlara da diye ekliyor kuzenim. Ve inanır mısınız yine yanlış yola sapıyoruz :( Apple haritalar pişmanlıktır Çukurbağ’da . Artık dermanımız kalmamışken iyi ki böyle insanlar var dedirten bir kadın kapıya çıkıp ‘Yanlış yerde olabilir misiniz?’ diyor. Mutsuz bir şekilde kafa sallıyoruz. Ay bir soğuk su ister misiniz diyor :)) ve bahçesinde yarım saat oturup sohbet ediyoruz. Biz ertesi gün Kaş’a yürümekten sıcaktan dolayı vazgeçtiğimizden ve taksiyle geçeceğimizden bahsediyoruz. O da ‘Buraya kadar gelmişken Çukurbağ’a yaklaşık 2 km uzaklıktaki ‘Uyuyan Dev’ kayalara ve seyir noktasına sabah kahvenizi alıp gün doğumuna görmeye gidin mutlaka!’ diyor. Sonra bize doğru yolu gösteriyor ve saat 16.00 civarı kalacağımız yere varıp kendimizi buuuz gibi suya atıyoruz. Kendimize gelince güzel bir yemek yiyoruz ama hala konuşacak halimiz yok:)) ve hava hala çok sıcak! Akşam terasta otururken dondurma siparişi veriyoruz, gün batmaya yakın. O kadar keyif alıyorum ki o dondurmadan. Bir süre sonra sinekler ve çeşitli uçuşan böceklerden rahatsız olup yataklara geçiyoruz ve erkenden uykuya düşüyoruz. Ertesi sabah erkenden uyanmak üzere sözleşiyoruz.


3.Gün Çukurbağ-Uyuyan Dev ve Yeni Bir Patili Hikayesi


05.30' da çalan alarmla uyanıyorum ve yanımdaki oda arkadaşıma ufak bir seslenip yan odadaki kızları uyandırmaya gidiyorum kimseden ses çıkmayınca. Kuzenlerim bacaklarının çok ağrıdığını söylüyor. Diğer arkadaşım da başta gelecek gibi oluyor ama sonra vazgeçiyor. Kendime bir bakıyorum, tek başıma bir maceraya atılmaya çok hazır hissediyorum ve bir bez torba ile düşüyorum yola. Saat 05.45 ve dağların ardında güneşin doğuşunu izliyorum.


Uyuyan Dev'in eşsiz manzarası
Sopasıyla mutlu bir kız, Uyuyan Dev, Çukurbağ
Önüm, arkam, sağım, solum ıssız. Patikada tek başımayım. Değişik seslerin gelmesiyle batonumu almadığımı fark ediyorum ve hafiften bir korkuyorum. Kendime kenardan uygun bir sopa kapıveriyorum :) Bir ağaç dalından aldığım güvenle yoluma devam ederken içimde sabah erken yola çıkmanın ve yalnızlığın verdiği pırıl pırıl bir his var.

Uyuyan Dev’ e yaklaşırken önceki gün kaldığımız yerde tanıştığımız kadınla karşılaşıyorum. Arabasından inmiş, fotoğraf çekiyor. Selamlaşıyoruz, yukarıda bir köpek olduğundan ve ona hırladığından bahsediyor. Korktum, tadını çok çıkaramadım yukarının diyor ve ekliyor: ‘Sen gideceksen ben de gelmek isterim!’ Ee hadi diyorum ve yola beraber devam ediyoruz. Düz patika, bir yerde daralıyor ve ufak bir tırmanmadan sonra muazzam bir Kaş manzarasıyla karşılaşıyoruz. Gökyüzünün berrak sabah mavisi Kaş’ın turkuaz mavisi ve ada görüntüsüyle adeta bir şölen sunuyor. Sabah hırlayan patilimiz yerde tatlı tatlı uzanıp bize bakıyor. Göz göze geldiğimiz ilk andan itibaren korkmuyorum ve tatlı tatlı laf atıyorum.

Yere çömelip gel bakalım deyince patisini uzatıveriyor ve kalbimi eriten minik yol arkadaşlığımız böylece başlıyor.

Pati-el tokalaşmasından sonra sırtüstü yatış ve göbek okşama seansları başlıyor ve o sırada tasması olduğunu görüyorum. Şöyle yazıyor : ‘Merhaba ben Paşa! Çukurbağ’ da yaşıyorum, kayboldum. Lütfen ara 0535…….’


Paşa Bey ile bölgeyi keşfedip birbirimize iyice ısındıktan sonra buralara birileriyle gelip dönüş yolunu bulamadı mı acaba diye düşünerek aşağıya beraber inmeye karar veriyorum. Yukarıda telefon çekmiyor zaten. Düşüyoruz birlikte yola. Hava iyice sıcaklıyor, suyumu paylaşıyorum, kana kana içiyor. İleride önceki gün tanıştığımız Ayşegül'le karşılaşıyoruz ve dünkü yürüyüş tecrübelerimiz hakkında konuşuyoruz. Onun peşine de 2 av köpeği takılmış, bir evden çıktıkları belli.


Köpekler yürüyüşçüleri çok seviyor, sahipleri bu durumdan mutsuz.


İki köpekle Paşa’ nın ilk karşılaşması dostane olmuyor. İçimde yükselen duyguları şaşkınlıkla izliyorum. Birini sevip savunmak ne kadar kolay ve hızlı oluyor bazen. Neyse ortalık sakinleşiyor ve herkes yoluna devam ediyor. Otele vardığımda sahibini arıyorum. Bıkkın bir sesle sizin peşinize mi takıldı evden diyor. Hikayemizi anlatıyorum. Teşekkür edip gelip alacaklarını söylüyor. O sırada yol arkadaşlarım uyanmış, bahçede kahve keyfi yapıyor. Ben duştayken sahibi gelmiş. Kızlar ‘Off yine yakalandık ya, tamam’ bakışları atarak gittiklerini söylüyor. Doğruyu yaptığımı bilsem de hafif hüzünleniyorum. Ve yaşadığım sabahtan daha ne kadar memnun olabilirim derken günler sonra kaliteli bir kahve içmenin hazzını yaşıyorum. Harika bir kahvaltı geliyor, sade ve lezzetli.

Bahçede otururken bu yürüyüşlerin en sevdiğim anlarından biri gerçekleşiyor: Samimi, uzun bir kız sohbeti.

Ben çok yakın olduğumu düşündüğüm kuzenlerimi bu yürüyüşte tanıdım bence:)) Çünkü günlük hayatın telaşında veya uzun süreler görmeyip bir hafta sonu buluştuğunda derin bir sohbete dalmak kolay olmuyor. Onun dışında yeni insanların iç dünyasını gözlemlemek de çok şey katıyor bana, kendimi filtresiz anlatabilmek de. ‘Evet, ben böyleyim. Evet, şunu seviyorum ama o da böyle. Evet, bazen çok zorlanıyorum. Evet, etrafımızdaki kimse mükemmel değil, bu roller neden?’


Bu itiraflar yolda kendiliğinden oluyor, bunu ancak yola çıkınca anlayabiliyorsunuz. Ve dışarıdan bir hükümde bulunduğunuz hayatları dinlemenin ve kendini rollerden sıyırıp aktarabilmenin çok şifalandırıcı bir yanı var bence.


Hayatlarımıza döndüğümüzde tamamen bu duygularla kalamıyoruz belki evet ama 1>0. Ve bu yüzden arada bir tekrarlamak istek değil ihtiyaç!


Bundan sonraki kısımda artık Hobbit olmayı bırakıp deniz kızı olma zamanı geliyor. Kendimizi serin, berrak sulara bırakıp elimde kokteyl, önceki gün aştığımız dağları izlemenin keyfini düşünüyorum ve paha biçemiyorum.


Biraz da deniz kızı olalım.
Aştığımız dağlar, deniz, keyifçilik :)

Bu arada akşam Kaş çarşısında dolaşırken Philip ile tekrar karşılaşıyoruz ve yürüyüş deneyimlerimiz hakkında sohbet ederken heyecanla telefonunu çıkarıp peşime çok tatlı bir köpek takıldı görmeniz lazım, Kaş'a kadar benimle inmemesi için zor ikna ettim diyor. Bilin bakalım hangi köpek ? :)) Bütün hikayenin bir çember gibi tamamlanması, beraber yola başladıklarımızla ayrılıp farklı deneyimler yaşasak da hikayelerimizin kesiştiği kısımlar çok hoşuma gidiyor.

Kim bilir sen yola çıktığında neler yaşayacaksın? Kimlerle karşılaşıp hikayelerine ortak olacaksın? Çok şanslıysan belki bulacağın kişi kendin olursun, kim bilir. Ne kadar yürüdüğün önemli değil.
Yol açık, yola çık ! Belki bir gün yolda karşılaşırız:))


Yol arkadaşım Paşa ile...
Paşa ile mini yol arkadaşlığımız

Elçin

Haziran / 2024


Önemli Notlar


*Sıcaktan korunmak için şapka, güneş kremi, gözlük, ince gömlek hayat kurtarır!

*Sıcakta suyun ısınmaması için termos şeklinde suluk gerekti bu yürüyüşte.

*Akşamları dışarıda rahat oturabilmek istiyorsanız sinek kovucu bir merhem, sprey gerekli.









36 görüntüleme

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page