top of page
Yazarın fotoğrafıElçin Yüzgüleç

Sri Lanka - Cennetten Düşme Bir Ada

Güncelleme tarihi: 11 Mar 2024








Merhaba! Öncelikle bu yazının tamamen bizim deneyimlerimizden oluştuğunu, iyi ki ve keşkelerimizi paylaştığımız bir yazı olduğunu ve bu yüzden ’gezi rehberi’ gibi iddialı bir başlık atmadığımı belirtmek isterim. Bu yazımızın bir haftalık deneyimleri içerdiği için oldukça uzun olduğunun farkındayım. Bu yüzden ilginizi çekebilecek konu başlıkları hâlinde listeledim. Şimdiden keyifli okumalar.



Neden ilk Uzak Doğu rotamızda Sri Lanka’yı tercih ettik?


Bizim Sri Lanka’ya bilet alma maceramız aynı sene içinde 2 kez Schengen vize reddi almamızla başladı desem yalan olmaz. Farklı kültürleri, deneyimin kendisini, yemeyi, gezmeyi ve en çok gezideki kendimizi sevdiğimizden Uzak Asya seyahatlerinin hayallerini üniversite yıllarımızdan beri kuruyor ancak çok ucuza Avrupa biletleri bulduğumuzdan, 2-3 saatlik uçuşlarla 3-4 günlük seyahatler planlayabildiğimizden ve ilk seyahatlerimizde ailelerimiz sayesinde yeşil pasaportlarımız da olduğundan kendimizi kısıtlı bütçemiz olsa bile hep Avrupa’da buluyorduk. 2. Schengen reddi her açıdan içimize oturunca uzun bir süre vizeye başvurmama kararı aldık ve 1 haftalık tatilimizi geçirmek için uzak rota biletlerine bakmaya başladık. Durum hiç açıcı değildi. Aktarmasız olanlar tek yön 1000-1500 dolar iken aktarmalıların süresi çok uzundu ve bizim süremiz çok kısıtlıydı ve aradaki fiyat farkı da çok fazla değildi. Biz böyle her gün bilet bakarken iyi ki var dediğimiz ‘ucuzauçak’ gidiş-dönüş 500 dolara, Kuveyt’ten tek aktarmalı (aktarma ülkesinde vize problemi olmaması da önemli) ve aktarmada bekleme süresi yalnızca 1 saat olan bir uçuş paylaştı. ‘Bir dk Sri Lanka nerdeydi ya?’ diye ufak bir araştırma yapıp çok merak ettiğimiz Hindistan’ın güneyinde bir ada ülkesi olduğunu öğrenince ‘Ee bundan iyisi can sağlığı’ diyerek aldık biletlerimizi 5 ay önceden:))


Seyahat öncesi rota hazırlık aşaması


Ara sıra geziyi planlama aşamasını mı gezinin kendisini mi daha çok sevdiğimi sorgularken bulurum kendimi. Yazarken bile heyecanlandım bu duyguyu hatırlayıp.

'Sri Lanka ise şu ana kadar araştırması en heyecanlı yer haline gelmişti. Şimdiye kadar gördüklerimizden tamamen farklı kültürü, farklı yemekleri, tarihi noktaları, yemyeşil ve vahşi doğası ve Hint okyanusu kenarındaki sahil noktalarıyla… '

Okuduğumuz gezi blogları, videolar 2 haftadan az bir sürenin kesinlikle yetmeyeceğini vurguluyor, 1 aylık bir sürenin ideal olduğunu söylüyorlardı. Haklı oldukları bir nokta vardı.

Sri Lanka gerçekten keşiflerle dolu, her noktası farklı bir kapıya çıkan bir ada ülkesiydi ama senede toplam 14 gün izni olan ve yaşamak için para kazanmak zorunda olan çalışanlar o zaman hiç gezmesin miydi ? Bu tarz ‘lazım,gerekli’ söylemlerini genel olarak çok gereksiz bulduğumdan ve ‘elimizdekiyle olduğu kadarı zorlamayı’ 2 memur emeklisi ailede büyümüş pek çok kişi gibi çocukluktan öğrendiğim için küçük bir mod düşüşü yaşasam da hemen savuşturabildim. Ama elimizde gerçekler de vardı. Ada çok büyüktü, zamanımız kısıtlıydı. Bir gün oturduk ve kim neyi mutlaka deneyimlemek istiyor, merak ediyor -göremezse daha çok üzülür-ü masaya yatırdık.

Benim isteğim çok netti. Mutlaka safari yapmak istiyordum. Hiç el değmemiş bir doğada belgesellerde gördüğüm hayvanları görmek nasıl olurdu kim bilir? Ayrıca filler bu hayatta en çok merak ettiğim yaratıklardan biriydi ve Sri Lanka fil popülasyonuyla ünlü bir ülkeydi. Fil yetimhanelerinin de bir esaret alanı olduğuna inandığımdan oraya gitmek söz konusu değildi.

Ayrıca tren yolculuklarını çok severdim ve Sri Lanka mavi tren yolculuğuyla ünlüydü ve en güzel manzaralı rotalardan biri olarak geçiyordu.

Semih ise tarihi ve mimari kısımlarına daha ilgiliydi ve 5 yy.dan kalma dev bir kayanın üstündeki antik krallık kalıntılarını tepesinde taşıyan Sigiriya Rock’ı, Seylonların ilk başkenti olan Anaradhapura’yı ve İngilizlerin kurduğu ve resimlerde bir masal şehrine benzeyen Nuwara Eliya’yı görmek istediğini söyledi. (Unesco alert:)

Ünlü Budist tapınakları olan Cave Temple, Golden Temple ve Buda’nın Dişi Tapınaklarını ziyaret etmek ve Hint Okyanusu’nda yüzmek ile ilgili ise konuşmaya gerek bile duymadık. Yani, bunların yapmadan ayrılacağımız yoktu bu ülkeden:))

Planı oluşturmak için öncelikle nerede safari yapacağımıza karar vermemiz gerekiyordu çünkü ülkenin farklı yerlerinde farklı  safari seçenekleri var. Daha önce  hiç safari deneyimimiz olmadığından ve bloglarda yeterli yazı bulamadığımızdan karar vermeden önce yapılacak en mantıklı şeyi yaptım ve çılgınca google yorumlara daldım. Ama ne dalmak:)) Tek tek tüm safari seçeneklerini inceledim ve özenle çok fazla olan yerel rehber yorumlarını eledim.

Wilpattu National Park bizim için açık ara parlıyordu.


şöyle alabilirim. Ancak Wilpattu rotamızın kuzeyinde kalıyordu ve burayı tercih edersek tren yolculuğunu ve Nuwara Eliya’yı ve dolayısıyla meşhur çay tarlalarını elememiz gerektiğini fark ettik. Ancak her halükarda bir şeyleri eleyecektik ve vahşi yaşamı gözlemleyebilmenin rutin hayatımızda daha ulaşılmaz olduğu gerçeğini göz önüne alarak aşağıdaki görseldeki gibi çizdik rotamızı. Ve net bir şekilde söyleyebilirim ki bu geziyle ilgili verdiğimiz en doğru karardı. Wilpattu her şeyiyle harikaydı!





Sri Lanka'da Kısıtlı Zamanda Gezi Planlama Sorunu


Öncelikle Sri Lanka’nın, farklı yerlerinde harika güzelliklerle dolu büyük sayılabilecek bir ada ülkesi olduğunu fark etmenin bizim gibi kısıtlı zamana sahip insanlar için planlamada zorlayıcı olabileceğini belirterek başlamak istiyorum. Özellikle ülkemize bu kadar uzak mesafede olan bir ülkeye gittiğinde sadece bir şehri değil bir ülkeyi ve ülkenin önemli yapılarını ve dolayısıyla en az 4-5 şehri geziyorsun.

Daha önceki yurt dışı gezilerimizde şehir planlaması yapmıştık ama koca bir ada ülkesinde 6 şehri içeren bir daire çizmek ve 7 kez ulaşım planlamak bambaşkaydı. Nerede, kaç gün kalacaksın? Zaman az, mesafelerin çoğu uzun (3-7 saat arası), ulaşım aracı ne olacak ?

Koştur koştur gezmek de hiç istemiyoruz. Ee biraz moral bozucu olduğu bir gerçek. 7-10 gün gibi kısıtlı sürelerde gezme zorunluluğunu da göz önünde bulundurduğumuzda farklı ulaşım seçeneklerini kullanma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Trafiğin ters yönden aktığını ve yolların kötü olduğu bilgisini önceden öğrendiğimiz için stresli bir araba kiralama işine girmek istemedik. Bizim gibi kısıtlı sürelerde gezenler ya baştan sona 1 haftalık seyahatleri boyunca kendilerine eşlik edecek bir rehber tutuyor ki bu kişiyi orada bulmak rahatlıkla mümkün. İyi anlaşabileceğinizi hissettiğiniz herhangi bir ‘Uber’ veya ‘Pick me’ şoförüyle rahatlıkla pazarlık yapılabilir. Bizim bindiğimiz ilk Uber aracı şoförü bize yolculuk sonunda - biraz da ısrarla- bizi 1 hafta boyunca gezdirmeyi teklif etti ve ilk fiyatından ciddi de düşmesine rağmen sürekli bir şoförle gezme fikri özgürlük algımızı kısıtladığından istemedik. Otobüs ve tren kullanımı her rotada olmamakla beraber oldukça ucuz ve çok konforlu olmayan bir seçenek. Şehirler arası ulaşım seçeneklerinden bir diğeri Uber veya Pickme üzerinden tuktuk veya araba kullanımı ki bu elbette daha konforlu ve Türkiye’ye göre çok daha ucuz. Biz mevcut şartlarla buna bütçe ayırabileceğimize karar verdik ve tercihimiz bu yönde oldu. Vakti geniş olan Asyalı ya da Avrupalı turistleri sorarsanız onlar ya ucuz olsun diye otobüsle ya da uzun süreler için kiraladıkları tuktukları kendileri kullanarak geziyorlar.


Konaklama




Konaklamaya gelecek olursak Sri Lanka’da günlük 5 dolara hostel de var, 100 dolara çok lüks seçenekler de. Biz genel olarak AirBnb ve Booking’den butik otel ayarladık . Ortalama 2 kişi, kahvaltı dahil gecelik 20 dolara çok keyifli konaklamalar yaptık. Kaldığımız en pahalı yer 50 dolardı ama şans bu ya o da en az memnun kaldığımız yer oldu:) İleride maymun ve karıncalarla geçirdiğimiz o geceden bahsedeceğim.

Sonuç olarak kalma konusu hem parasal hem seçenek olarak en az dert etmeniz gereken kısım. Kaldığımız yerlerin biri hariç tertemizdi.


Hava Durumları



Çok nem annecim. Benim gibi hafif dalgalı saçlarınız varsa Barbados’taki Monica gibi olmaya hazır olun:)) Hava sıcaklığı 23-27 derece arasında değişiyormuş yıl boyu. Bizi bunaltan bir sıcak hiç olmadı. Denizden çıktıktan sonra hiç ama HİÇ üşümediğimizi, havlularımızı hiç kullanmadığımızı ertesi gün çantayı boşaltırken fark etmek bayağı değişikti. Ama hiç ‘Of bu ne sıcak!’ da olmuyorsun. Öyle bir ılıklık seviyesi güneydeki deniz kenarı. Denizle hava bire bir aynı sıcaklık gibi, girerken de üşümüyorsun. Ben bayağı etkilenmişim bu olaydan:))




Kuzey tarafı ise sabah erken ve gece geç saatlerde bir şal alma ihtiyacı doğurabiliyor. Şiddetli başlayıp hızlıca biten yağmura ise sadece Kandy’de yakalandık. Ufak ufak atıştırıp 1 dk sonra yerlerin kupkuru olduğu yağmurlar da gördük. Yağmurluk alınmalı yani net. Bunun dışında eeen rahat edeceğiniz kıyafetleriniz neyse onları alın yanınıza. Sri Lanka halkı genelde terlikle hatta çoğu zaman terliksiz, şort-tişört  takılıyor. Ayrıca sırt çantalı gezginlerle dolu bir ülke ve onlar da öyle. Doğayla bütünleşmiş bir insanlık var. Gösterişli kıyafetlerinizi  bizim rotada giyebileceğiniz bir yer yok. Terlikle beraber rahat bir spor ayakkabısı da şart. Yürüyüp keşfedilecek çok fazla yer var. Şapkayı unutmamak önemli. Sinek kovucu ve güneş kremi de atlanmamalı. İkisine de bolca ihtiyaç duyacaksınız. Bunun dışında biz yanımıza antihistaminik, kas gevşetici, ağrı kesici, antibiyotik, antiemetik, Mg, yara bandı ve mide koruyucu aldık.


Vizeler


2 schengen hazırlığı ve reddinden sonra Sri Lanka ve Kuveyt’ten online vize almak ilaç gibi geldi. Kuveyt’in vizesi ücretsiz , Sri Lanka’nın 35 dolardı.(Haziran,2023) İkisinin vizesini de online aldık biz. Kapıdan da alınabiliyormuş ama aynı gün, hatta 5 dk içinde onay maili gelirken bu uğraşa ne gerek var bilemedim.  (Sri Lanka ciddi bir enflasyon ülkesi, gitmeden yazdığımız ücretlerin hepsini bir kontrol etmekte fayda var, google da yazan 1 ay önceki yorumdan fazlaydı mesala bizimkiler genelde) (yabancılık çekmedik bu konuda maalesef:)



Biz Geldik Sri Lanka!


Kuveyt’te 1 saatlik bekleme süremizden sonra Sri Lanka’ya 5,5 saatlik yolculuğumuz başlıyor. Uçakta oralı olmayan sadece biziz ve bizim dışımızda HERKES görüntülü görüşme yapıyor. Uçağa bindiğimiz andan havalanana kadar ve indiğimiz andan uçağı terk edene kadar... Saat 03.30 ve sonunda Colombo’da Bandaranaike Havaalanı’ndayız. Yerlerde sarışın sırt çantalılar, esmer zayıf Sri Lankalılar ve Hint kıyafetleriyle freeshop a çağıran satış görevlileri bizi karşılıyor. Valizlerimizi aldıktan sonra kuru kontrol edip havaalanındakinin çok anormal olmadığına karar verip paramızın bir kısmını bozdurduk. Colombo’da muhtemelen başka yerler vardır ancak biz Colombo’ya hiç uğramadık ve yolculuğumuzun 4. gününde Dambulla’da zar zor bulduk döviz bürosunu ve doları çok düşükten çevirdikleri için kimse dolarla ödeme almak istemiyor, aklınızda olsun. Daha önce hep Avrupa ve Balkanlara seyahat ettiğimizden ve oralarda çarşıda bozdurmak havaalanında bozdurmaktan genelde çok daha mantıklı olduğundan burada da aynısıdır diye düşündük ama çok farklıymış. Keşke hepsini bozdursaydık havaalanında dedik sonradan. Sonra hem uygulamaları kullanabilmek için hem de genel iletişim için oranın yerel hatlarından birini aldık.


Her şeyimiz tamam mı diye kontrol ettikten sonra 3,5 saatlik Wilpattu yolculuğumuz için Uber ve Pick Me’ deki seçeneklere bakıyoruz.  Hem kredi kartıyla ödeme seçeneği olduğu için hem de daha iyi bildiğimiz bir uygulama diye ilk yolculuğumuzda Uber i tercih ediyoruz. 20.000 rupi fiyatı. Ve kartla öde seçeneğimize yanıt veren kimse olmuyor. Mecburen nakit ödemeyi seçiyoruz ve hemen yanıt geliyor. Sürücümüz gelirken 2-3 kere arıyor : ‘Hemen geliyorum, başka bir şeye binmeyin olur mu, arabam şöyle vs... Arabaya bindiğimiz anda Uberi iptal etmemizi rica ediyor, komisyon ücretinden dolayı. Kendisinin 1 sene önceki ekonomik krizden önce öğretmen olduğundan bahsediyor. İster istemez düşünüyoruz, ‘Sizi tanımıyoruz, uygulama bize güven veriyor neticede.’ diyoruz ama ısrarcı. Lisanslı olduğundan bahsediyor, herhangi bir yazıcıdan alınabilecek bir belge gösteriyor. Biraz tadımız kaçsa da gecenin körü, çok yorgunuz ve iyi niyetli birine benziyor. Vazgeçtik diye işaretliyoruz Uber çağrımızı. İptal ettik diye bizden kestiği ücreti de düşelim diye konuşup başlıyoruz yolculuğa.


Sürücü abimiz çok konuşkan, bir şeyleri anlatmaya çok hevesli ve arada yorgunluktan gözlerim kapansa da oldukça ilgi çekici şeyler anlatıyor. Kocaman, geniş bir ağacın yanında yavaşlıyor ve bu ne biliyor musunuz diyor. Hayır diyince kaju ağacı olduğunu söyleyerek duruyor. Tam olarak o anda bambaşka bir coğrafyada olduğumuzu idrak ediyorum. Bir evin önü bu ve bahçelerinin içinde kaju var ve sonra bir tane koparıp kaju diye bildiğimiz ve yediğimiz kısmın meyvenin uç kısmındaki tohumu olduğunu ve onların meyvesini de yediğini öğreniyoruz. Elimize ikişer tane veriyor ve yola düşüyoruz.


Sonra bize king coconut ı bilip bilmediğimizi soruyor. Normal coconutla farkını bilmiyoruz ama hindistan cevizini severiz yani diyoruz. İlgilendiğimizi görünce ilerde yol üstü bir yerde duruyor. Bizdeki incir satıcıları gibi dışarda coconutlar asılı. Sahibinin üstü çıplak, esmer tenli ve kan kırmızısı dudakları ve gözleri var. Göbeğinin altına bağladığı geleneksel kıyafetleri 'sarong' ve king coconutun başını pala ile keserken kafama kazınan çok fotografik bir görüntü ortaya çıkıyor. 1-2 profesyonel darbeden sonra hindistan cevizlerini bize uzatıyor ve önce suyunu içiyoruz. Sonra tekrar alıyor, ortadan ikiye ayırıyor ve dış kabuğundan bir kaşık yapıyor.





Önce sürücümüz nasıl yeneceğini gösteriyor. Sonra onun gösterdiği gibi sıyırıyoruz kabukla hindistan cevizinin içini.

Saat 06.00 , 2023 yılındayız, bir haziran sabahı ve ben hayatımdaki en güzel, en unutulmaz, en tadına vara vara yaptığım kahvaltılardan birini yapıyorum. Yumuşacık, supsulu ve o kadar lezzetli ki!




Wilpattu


Bu deneyimi yaşamaktan mutlu bir şekilde 07.30 civarı varıyoruz ilk konaklama yerimize. Odamıza eşyaları bırakıp kahve ve kahvaltı için dışarı çıkıyoruz. Kahvaltıda tost ekmeğinin içine çırpılmış yumurta ve peynir, reçelli tost, muz ve şekerli yoğurt var. Biraz dinlenip kısa bir keşif turuna çıkıyoruz ve Sri Lanka’nın bir köyünde olduğumuzu algılıyoruz.




Her şey o kadar farklı ki... Yeşilin aklınıza gelebilecek her tonu, her yerde avokado ve muz ağaçları, envai çeşit kuş sesi eşliğinde yürüyoruz. Bizi gören herkes kocaman gülümseyerek selam veriyor. Bakkala su almaya giriyoruz. İki kardeşten kadın olan İngilizce bilmiyor, diğeri çat pat. Dikkatimi daha önce hiç görmediğim ve taş kaktüse benzettiğim bir şey çekiyor bakkalın önündeki sepette. Bu ne diyorum göstererek, gülüyor, anlatıyor, anlamıyoruz. Sonra birini kırıyor, çiğne diyor. Ama gerçekten taş gibi sert, çiğneyemiyorum, adam kahkaha atıyor. Yaprak veriyor, arasına sarıyor ve yaptığı hareketlerden kafa açıcı bir şey olduğunu anlayıp çiğniyoruz yaprağı ama tadı mentollü gibi çok acı. Kaldığımız yerdeki adamdan bu bitkinin sakinleştirici olduğunu ve çok yaygın kullanıldığını öğreniyoruz.



Dönünce araştırdım Areca palmiyesinin tohumuymuş benim taş gibi dediğim şey. ‘Betel Nut’ diye geçiyor ve ezildikten sonra aynı ağacın yapraklarının arasına konulup çiğneniyormuş. Sadece Sri Lanka’da değil, tüm Güney Asya’da ve Afrika'da da yaygın olarak tüketiliyormuş.

Aamir Khan’ın P.K. filminde dudaklarını kırmızıya boyayan ve hep çiğnediği şeyin ta kendisi olduğunu sonradan anlıyorum. Ağır fiziksel işlerin etkisini yumuşatmak, sakinleşmek için kullanıldığı gibi Budistler de ayinler ve törenlerde kullanıyormuş. ( Buda’nın dişi tapınağında buna biz de şahit olduk.) 

Sigara çok pahalı bu arada. (Sigara içenler kesinlikle gelirken almamak sizi üzecektir) Alkol kullanımı da belli ki çok az ama onların da betel cevizi var. İşte böyle köy bakkalında bile var, ayaküstü denemeye çalışıp başarısız olmuş olduk biz de böylece:D Yolumuza devam ediyoruz ve yanımıza çok tatlı küçük bir kız geliyor, benimle foto çekilmek istiyor ve çekiliyoruz. Kıpır kıpır bir şeyler anlatıyor. Sonra vedalaşıp gitmişken koşarak yanıma geliyor ve saatimi istiyor. Merhaba küçük kız, ben de 31 yaşındayım ve bu saati 2 hafta önce kaç maaşımdan biriktirip aldım demiyorum, diyemiyorum. Turist olan herkesi zengin sandıklarını anlayacağımız olayların ilki oluyor bu da.



Hayatımdaki en büyülü gün batımlarından birini yaşadığım köyümüzün gölüne doğru yola çıkıyoruz. Yoldan bir patikaya sapıyoruz ve sihir başlıyor. Köydeki ailelerin hep beraber gölde yıkandığı, suda oynayan çocuk kahkahalarının balıkçıl kuş seslerine karıştığı ve doğanın seslerinden başka HİÇBİR sesin olmadığı bir film setinin içindeyiz. Yarı çıplak gölde olduklarından, rahatsız eder miyiz diye çekinerek ilerlerken kocaman gülümsüyorlar bize. Devasa ağaçların içinde kendimi küçücük hissediyorum. Her unutulmaz yürüyüşümüzde olduğu gibi burada da peşimize bir köpek dostumuz takılıyor ve bize yolu gösteriyor. Gölün üstündeki adacıklardan kalkan görkemli kuşlar, batarken gökyüzünü envai çeşit renge boyayan güneşin önünde ne kadar güzel olduklarının farkındalar. Böyle anlarda gelen o var olmanın ve doğayla bütünleşmenin verdiği tamamlanmışlık hissiyle dönüyoruz evimize.

‘Merhaba, Birer bira alabilir miyiz...?’ 19 saatlik yolculuk, vücudu yorgun, zihni ise uzun zamandır hiç olmadığı kadar dinlenmiş biz, yolda olmaya özgü ‘BUNLARIN HEPSİ BUGÜN MÜ YAŞANDI?!’ hissinin coşkusuyla zamanı esnetmeye tokuşturuyoruz şişelerimizi. Bu arada Sri Lanka’nın kendine ait tek birası var: Lion, içimi hafif bir lager. Biz tadını sevdik.

Biradan sonra ev sahibimiz yemeğin hazır olduğunu söylüyor. Booking yorumlarında misafirlerin hep beraber akşam yemeği yediğini okumuştuk. 1 Hollandalı çift ve 1 İsveçli kadın ile masaya oturuyoruz. Hollandalı çiftle enerjimiz çok tutuyor ve uzun bir sohbete dalıyoruz sebzeli noodle ve daal curry imizi yerken. 1 haftalığına geldiğimizi duyunca çok şaşırıyorlar. Senede 2 hafta tatilimiz var, mecburuz diyince şok oluyorlar. Onlar uzun bir Asya seyahatine çıkmışlar, bizimle yaşıtlar ve işverenlerinin bu hayallerini desteklediklerini söylüyorlar. Yolda olmaktan, hayallerden uzun uzun konuşuyoruz. Gece uyumak için odamıza giderken kendimizi biraz üzgün, biraz öfkeli, sorgular halde buluyoruz…


Wilpattu National Park (Safari)


Sri Lanka’nın safari yapabilecek en iyi lokasyonlardan biri olduğunu biliyor muydunuz? Biz bilmiyorduk. Sri Lanka bozulmamış doğasının getirdiği yaban hayatıyla ünlü diyebiliriz. Biz de hem doğru tercih yaptığımız hem de şanslı olduğumuz için meşhur  ‘Sri Lanka Big Four’ yani ‘leopar, fil, tembel ayı ve mavi balina’ dan safaride görülebilecek üçünü gördük. Görmekten öte doya doya gözlemledik.


Sri Lanka’daki safari deneyimimizi, neden seçimimizden bu kadar memnun kaldığımızı ve safaride telefonumu kaybetme hikayemi okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.



Safarimiz 18.30 gibi bitti ve 19.00 gibi Dambulla için taksiyle yola çıktık. 2,5 saatlik mesafe için oldukça ucuzdu.


Dambulla-Sigiriya


Dambulla’ya vardığımızda çok tatlı bir ev sahibi elinde guava (şeftaliye benzeyen tropikal bir meyve) sularımız ile bizi karşıladı. Sabah 07.00 de kahvaltı için sözleştik ve bizi 3500 rupiye Sigiriya’ya götürüp getirebileceğini, tapınakların ise zaten çok yakın olduğunu, istediğimiz zaman ücretsiz götürebileceğini söyledi. Hem fiyat gayet iyiydi hem de armut piş ağzıma düş.


Ertesi sabah kahvaltıya indim ve bir çift ‘Merhaba’ dedi, Sri Lanka’da,bizden başka ilk kez Türkçe konuşan görünce şaşırdım ve hemen konuşmaya başladım, Güney Korelilermiş:)) Kahvaltımıza dönersek mükemmeldi! Kaldığımız en temiz yer olmasının yanında her gün kahvaltıda farklı bir konsept var: baharatlı, tatlı vs... Tropik meyve şov fiks zaten. Yumurta ve bir hamur işi kahvaltıda hep var. Peynir, zeytin, domates, salatalık, yeşillik ise hiç görmedim.



Kahvaltıdan sonra atladık evimizin önündeki tuk tuka, Sigiriya Rock’a doğru. Diğer adıyla Aslan Kayası, Unesco Dünya Mirasları'ndan. Google’da çok farklı hikayeleri var ama bizim ev sahibimiz buranın kurucusu Kral Kasyapasa’nın kral olan babasını öldürdüğünü, halkın ve rahiplerin tepkisini çekince bu devasa kayanın üzerinde kendisine bir kent kurduğunu söyledi. Daha sonra onu da kardeşi öldürmüş. Aslında hüzünlü bir hikayesi var dedi. Bütün taht kavgaları gibi...

Girişten itibaren rehber ister misiniz diye yanınıza birileri geliyor ancak ısrarcı değiller. Ayrıca kısa bir gözlemden sonra yukarı tırmanış için arkadan belinizi destekleme hizmeti sunulduğu da anlaşılıyor. Mesela tepeye çıkarken merdivenlerde hemen önümde yaşları büyük Avrupalı bir çiftin arkasından ondan daha yaşlı olduğunu düşündüğüm bir Sri Lankalı amca belini destekliyordu, para karşılığı tabii ki.  Bilmiyorum, paranın gözü kör olsun hissi çok içimi kaplıyor böyle anlarda.



Tırmanış çok yorucu değildi, hava fazlasıyla sıcaktı, manzara muhteşemdi. Tırmanış için merdivenler var ama yer yer çok dar ve uzaktan karıncaları andıran tek sıra bir insan kitlesiyle tek vücut halinde hareket etme durumundasınız. Yaklaşık yarım saatlik tırmanıştan sonra zirvede antik kent var. Efes gibi bir bütünlük beklemeyin antik kent diyince ama kayanın zirvesinde yüzyıllar önceden kalma kocaman havuzu görmek değişik bir histi. Bulutların üstünden yemyeşil ve göllerle dolu bir arazide fillerin gezdiği bir görüntü hayal edin.



Sigiriya’ya giriş ve çıkış noktaları aynı değil. Çıkış noktasında ev sahibimiz tuk tukuyla bizi bekliyordu. Bizi Sigiriya kayasını ve biraz ilerisinde daha küçüğü olan girişin ücretsiz olduğu ve tepesinde antik kent olmayan kayayı farklı açılardan gören birkaç farklı noktaya götürdü. Fotoğraf severler için de manzara severler için de güzeldi gerçekten. (Bu kısımlar da ilk anlaştığımız fiyata dahildi.)

Ardından ünlü olduğunu ve paralel olarak buranın ortalamasına göre pahalı olduğunu da ev sahibinden yolda öğrendiğim ayurvedik masaj yerine gittik:’Athreya Ayurvedik Ashram’. Önce ayurvedik doktorla görüşüyorsun. Hem paketlerini anlatıyor, hem de seçtiğin pakete göre sistemik bir rahatsızlık var mı vs. onları sorguluyor. Tamamen doğa içinde bir aşram burası. Ben baş-boyun ve refleksoloji masajı yaptırdım. Böyle bir yerde refleksoloji deneyimlemek istedim ama bana biraz sert geldi. Kuş cıvıltıları arasında sıfır insan sesi, sıfır araç sesi, kokulu yağlar eşliğinde daha rahatlatıcı bir masaj tercih etsem de olurmuş. Yine de bittiğinde çok iyi hissediyordum. Masaj bittikten sonra ısrarla saunaya girmemi istedi masözüm . Buraya özgü bir sauna elbette, yerler tamamen bir ağacın yapraklarıyla kaplıydı ve tek kişilik sauna odam çook yoğun bitki kokuyordu. Hala kuş seslerini duyuyorum saunada, öyle hayal edin. Sadece kendimle kaldığım o an tam bir şey anıydı : ‘Kız sen nerelere geldin, neler yapıyorsun böyle🥰’


Aşramın bulunduğu yer olan Habarana’dan Dambulla’daki otelimize dönerken yolda 5 tane vahşi fil gördük. Zaten Habarana’da yaşayan 5 tane özgür fil varmış böyle. Ev sahibimiz çok şanslı olduğumuzu, normalde çok çıkmadıklarını, bu saatlerde ise hiç çıkmadıklarını söyledi.

Ben ‘OMG! Sooooo cute! I love elephants!’ nidaları atıp gözlerinden kalpler fışkıran Japon animelerine dönünce ev sahibimiz ‘Yalnız bunlar çok vahşi, tehlikeliler’ dedi. Birkaç hafta önce bir turist grubu selfie çekmek için durmuş  ve yaklaşmış. Fillerden biri hortumuyla vurup yere savurmuş ve adam/kadın ölmüş.

Biz hep uzaklarında durduk. İzlerken de yoldan geçen arabalara sataştıklarını gördük hortumlarıyla vallahi. Kızgınlar dedi, yaşam alanlarından yol geçiyor dedi. Safaride bu kadar yakından gözlemleyememiştik resmen. İnanılmaz görkemli, devasa asiler gibilerdi yoldaki filler. Hayranlık ve yeni bilgilerle yüklenen korku ile devam ettik yolumuza. ’Sri Lanka elephant attack ‘ yazıp bütün videoları izledik tabii ki ve ne demek istediğini daha iyi anladık. Bu arada yol üstündeki yerel halktan 'king coconut' almak için durduk ve yine buraya özgü yeni bir meyve denedim: ‘wood apple’. Çok güzeldi! Tadı biraz mangoya biraz papayaya benziyor ama ikisinden de farklı. Dokusunu benzetebileceğim bir meyve aklıma gelmiyor. Tropik meyveler kalp ben. Ev sahibimiz bize ödetmedi. O kadar misafirperver ve kibar ki.


Biraz dinlenip duş aldıktan sonra Dambulla’daki 2 büyük Budist tapınağına gittik. Biri Cave Temple, biri de Golden Temple. İkisi yan yana  ve birinden diğerine direkt geçiş var zaten. Cave Temple yolunda bolca maymun var, okuduklarımızdan dolayı tedbirliydik ama kendi hallerinde takılıyorlardı, yeltenmediler hiç öyle bir şeyimizi almaya. Dambulla Cave Temple  5 ayrı mağara kompleksi ve kayalardan oyulmuş odalarının içinde çok çeşitli boyutlarda, yüzlerce Buda heykelini ve duvar resimlerini barındıran  Unesco dünya mirası listesindeki aktif bir ibadet yeri.  Burası M.Ö. 3. yüzyıldan beri  Budist rahiplerin yaşam alanı olmuş.

Başı öne hafif düşük, belli belirsiz gülümseyen, bakışları 3.göze doğru, tek omzu açık kıyafetiyle, lotus pozisyonunda oturan,yan yatan, ayakta; hepsi büyük, bazıları devasa ve yan yana bir sürü aynı yüz ifadesine sahip Buda heykelini hayal edin.

Bu görüntüye hazırlıksız yakalandığımı söylemek durumundayım. İlk duygum şaşkınlıktı. Günde 3 defa çiçek bırakıyorlarmış. Girişte nilüfer satan kadınlar vardı. Devasa heykellerin arasında nilüfer ve yasemin kokusuyla yerleşti beynime Sri Lanka’nın tapınakları.




Tapınak kompleksinin çıkışında  30 m yüksekliğinde oturan devasa altın Buda heykeliyle ziyaretimizi tamamladık . Yanındaki tabelada dünyanın en büyük Buda heykeli olduğu yazıyor ama internetten yapılan ufak bir araştırmayla bunun doğru olmadığını teyit ediyoruz.




Tapınaklarla ilgili önemli bilgi: Terlik çıkartmak zorunlu ama yerler temiz değil yani çorap almak mantıklı. Omuz ve diz örtülü olmak zorunda, yani şal almak da mantıklı.


Şehri keşfetmek amaçlı tapınaklardan merkeze yürüyerek dönme kararımız karmaşık bir caddede yürünecek bir yaya yolu olmadığını fark etmemizle hayal kırıklığına uğratsa da devam ediyoruz. Dambulla' nın merkezinde gezecek çok bir yer yok açıkçası. Bize lavaşla yapılan herhangi bir dürümün çoklu parçalara ayrılmış hali gibi gelen ‘kottu’yu denemek için ev sahibimizin önerdiği bir yere giriyoruz. Yemekten sonra hem dolanıp farklı ne var diye bakınmak hem de bira almak için markete giriyoruz. Bizdeki ayçiçek ve zeytinyağı gibi onlarda da envai çeşit hindistan cevizi yağı olması ve tabii ki tropikal meyveler ve raflarca baharat dikkat çekiyor.


Biranın yanına fıstık yerine kaju alıyoruz. Ee bira nerde? Biraz dolandıktan sonra kasaların orada kilitli ayrı bir bölme görüyoruz. Bölmenin içindeki görevliye istediğin alkolü söylüyorsun, o veriyor ve fişi de orada kesiyor. Neyse biralarımızı da alıyoruz ve odamızın balkonunda gün sonu rahatlamasına geçmişken Koreliler geliyor. İçlerinden birinin Sigiriya’ya terlikle tırmanırken ayağını çok kötü burktuğunu öğreniyoruz. Ayakkabı giyiniz efem uyarısını da yaptıktan sonra duş, kapanış, ertesi sabah Kandy’e yolculuğumuz var!


Kandy


Dambulla’dan Kandy’e ev sahibimizin arkadaşıyla geçiyoruz. Sonradan uygulamadan çağırsak bir tık daha ucuz olabileceğini fark ettik, hep kontrol etmek lazım. Yol üzerinde bir Hindu tapınağına girdik ve Budist tapınaklarından çok farklı olduğunu görünce şaşırdığımı itiraf etmeliyim.




Semih Kandy’nin Sri Lanka gezimizde şehir hayatını gözlemleyebileceğimiz bir yer olmasıyla ilgili heyecanlıydı. Ortasında göl, gölün hemen yanında devasa Diş Tapınağı olan bu şehir Sri Lanka’da gittiğimiz yerlerde alışveriş merkezi olan tek yerdi örneklendirmek gerekirse. Buranın Sri Lanka’da gittiğimiz yerlerden daha merkezi olduğu insanların kıyafetlerinden bile anlaşılıyor. Öğle saatlerinde balkonumuzdan bahsettiğim gölü ve tapınağı gören gezimizdeki en pahalı (kahvaltı dahil 50 dolar) konaklama yerine varıyoruz.




Eşyaları bırakıp kaldığımız yere tuk tukla 15 dk mesafedeki Peradeniya Botanical Garden’a doğru yola çıkıyoruz.

Burası 1821 yılında kurulmuş oldukça büyük bir yer. Burayı anlatan yazılarda çeşitli bitki türlerini bahçenin içinde cam odalarda topladıkları yazıyordu. Böyle olunca bende bir odada envai çeşit kaktüs, bir odada envai çeşit orkide göreceğimi hayal etmiştim.  Ama doğruyu söylemek gerekirse yeni profesör olmuş bir akademisyenin odasındaki orkide çeşitliliğinden fazla değildi. Bahçenin geneli ise oldukça büyük ve güzel bir görsele sahipti. Devasa kökleri olan devasa ağaçlar, kocaman palmiyelerle çevrili bir yol, baharatların elde edildiği ağaçlara ait bir bölüm, içeride gezinen inekler, ağaçlarda oyun oynayan maymunlar...



Bir yerde Semih durdu ve şunlar ne ya dedi. Bütün o yeşilliklerin içinde kupkuru uzun bir ağaç kümesi düşünün. ( Addams family bunu beğendi:) Siyah bir meyvesi var gibi her yerinde. Ama değil yani belli. Sonra Semih lens ile baktı. ‘Ohaaaaa yarasa mı bunlar?!’ dedi. Bu bilgiyle görüntü birleşti ve ağaç dallarından sarkan binlerce yarasayı algılayabildim. Uzun süre ayrılamadık başından. İlk kez gördüğümüz, biraz korkutucu ama aynı zamanda hayranlığa benzer hisler uyandıran bir andı. ,




Bu doğal güzellikler ve farklılıklar dışında buranın bir okul çıkışı mekanı olduğunu söylemek durumundayım :D Sağda solda kucakta öpüşen ergenlerle dolu :))  Yaklaşık bir 3 saatimizi buraya ayırdıktan sonra merkeze dönüp bu sefer ‘Dosa’ deneyebileyeceğimiz bir yere oturuyoruz. Dosa aslında Hint mutfağından gelme, mercimek ve pirinçten yapılan bir gözleme. İçine sebze sote ya da tavuk koyulabiliyor ve yanında yancılarla geliyor her zamanki gibi. Bu arada gluten yemeyenler veya hassasiyeti olanların en az zorlanacağı konu olabilir beslenme. Neredeyse bütün hamurları glutensiz unlardan yapılıyor. Neyse çok da bayılmıyoruz, en son Semih’in gözlemesinde kurt görünce de yemeyi bıraktık :)

Kandy’deki Diş Tapınağı’nda her akşam 18.00 da başlayan seremoniyi görmek için tapınağa doğru yola çıktık. Zaten çok güzel olan şehir manzarasına tapınağa giden, bembeyaz giyinmiş yüzlerce insan silüeti eklenmesiyle bir kere daha farklı bir yerde olduğumuzu anlıyoruz. 

Sri Lanka’da her turistik mekanda olduğu gibi başlangıçta sadece sohbet etmek istiyor gibi yanınıza insanlar geliyor. Daha sonra sohbet rehberlik hizmetini satma aşamasına geliyor ve hayır cevabını ısrarla kabul etmeyip sizle yürüyenler de var. Rehber illa da istiyorum derseniz içerideki resmi görevlileri tercih etmenizi öneririm ama bence hiç gerekli değil.  Buranın çok daha büyük bir tapınak olduğunu girişindeki güvenlik kontrolünden anlıyorsunuz. Görevli açık omzumu örtmek için şalımı gemici düğümü yaptıktan sonra tapınağın bulunduğu avluya giriyoruz. Burada da ayakkabıları çıkarıyoruz tapınağa girerken tabii ki ama bu sefer çantamıza koymamıza izin vermiyorlar. Yok illa da bize bırakacaksınız diyorlar ve tabii ki karşılığında para istiyorlar. Buranın daha ‘ticari’ bir mantıkla yürütüldüğünü daha en baştan anlayabiliyorsunuz. Tapınağın ana binasının üst katında rengarenk nilüferler ve yaseminlerle çevrili alanda aktif bir akış var. Çiçekler o kadar taze ve güzel kokuyor ki… Üst kattaki yerel halk yoğunluğundan ‘Buda’nın dişi’nin burada gösterileceğini anlıyoruz ama alt katta da merakımızı çeken üstleri çıplak, kafaları sarılı, ellerinde farklı müzik aletleri ve geleneksel kıyafetleriyle 3 tane adam var. Bir süre sonra sürekli tekrarlanan melodiyi çalmaya başlıyorlar. Bu arada adamlardan biri sürekli dikkat çekici bir şekilde ‘Betel Nut’ çiğniyor. İçinde Buda’nın dişi olduğu söylenen şaşaalı altın bir kutuyu görmek için girilen sıra ise aşağı kata kadar devam ediyor ve kaynak yapılmasın diye güvenlikçi duruyor ve kaynak sürekli yapılıyor:)) Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir anda kendimizi sırada buluyoruz ve Hintli bir kız bana kendi çiçeklerini veriyor. Herkesin elinde çiçekler var ve din görevlisi çiçekleri kutsarken inananlar önündeki kutuya para bırakıyor.

Tapınaktan ayrılıyoruz. Gölün etrafında bir akşam yürüyüşü yaptıktan sonra Sri Lanka gezimizde gördüğümüz ilk AVM’ye giriyoruz. Saat 20.30 civarları ama mağazaların çoğu kapalı. Yemek yeme yerindeki Burger King’de dana eti seçeneği olmadığı dikkatimizi çekiyor, paralel olarak vejeteryan seçenekler de Türkiye’de gördüklerimizden çok fazla. Alt katta markete giriyoruz, canımız terasta içmek için bira çekiyor ama yine bulamıyoruz. Semih birine sormaya gidip gözden kayboluyor ve yaklaşık 10 dk sonra geliyor. Alt katta kilitli kapıları açarak Uğur Dündar’ın baskın sahnelerindeki mekan gibi gözümde canlanan bir yere girdiklerini anlatıyor.

Otele geri dönünce duşa girmek istiyorum, su akmıyor. Telefon ve kameraları şarja takmaya çalışıyoruz, prizler bozuk. Bu arada kaldığımız yerde maymunların oda kapısını zorladıkları ve kilitli olmayınca içeri girdikleriyle ilgili çok fazla uyarı var yazılı olarak ve gerçekten Kandy’de her yerdeler şehrin içinde, aynı Moda’nın kedileri gibi:)  Son olarak yatağa kendimi atmamla kalkmam bir oluyor çünkü yastığımın arkasında karıncalar otoyol yapmış:)) Arıyoruz, odaya geliyorlar, burası sizde kalsın, yatmak için de başka oda verelim diyorlar. Yapacak bir şey yok. Zaten terasta da maymunlardan çekinerek çok da rahat oturamadığımızdan yeni odamızda uyumaya geçiyoruz. Ertesi gün yolumuz uzun.



Mirissa


Otelin terasında göl manzaralı bir kahvaltının ardından toparlanıp gezimizin en uzun yolculuğuna başlıyoruz. Arabayla 5.5 saatlik yolculuğun ardından Mirissa’ya varıyoruz. Bu ev sahibimiz de bizi guava(şeftaliye benzeyen tropikal bir meyve) suyu ile karşılıyor. Yorgunuz ama gün batımını yakalamak için sahile iniyoruz. Okyanus, hindistan cevizi ağaçları ve gün batımı renkleri o kadar güzel ki bütün yorgunluğumuzu unutuyoruz.




Güneş batınca sahilde ufak bir yürüyüş yapıyoruz. Diğer yerlerin aksine burada sahil boyunca mekanlar var. Alkollü-alkolsüz, herkes içeri çağırıyor. Kendimi Antalya’da gibi hissediyorum. Mekanın birinin önünde tabelada şöyle yazıyor: Happy Hour: Bira, mojito ve 5-6 başka kokteyl, her biri 600 rupi. Ortam,ışıklar güzel, oturmaya karar veriyoruz.

Hindistan cevizinden yapılan ve roma benzeyen yüksek alkollü bir içki olduğunu öğrendiğim 'arrack' ın, zencefil birası ve limonla birleşiminden oluşan Arrack Attack isimli kokteylimi yudumlarken Hint Okyanusu'nun ardında gün bin bir renkle batıyor. Tam bir ‘Ohhh beeee!’ anını içime çekiyorum.

Sahil kesimine gelmemiz ile beraber menüler dikkat çekici oranda değişiyor ve çeşit artıyor. Kalamar sote ve patates söylüyoruz. Kalamar şu ana kadar yediklerimizden çok farklı ve elbette bool soslu. Patates ise 1 haftadır ilk kez tanıdık bir şey yediğimizden midir bilmiyorum ama çok güzel!



Gevşemiş ve mutlu bir şekilde otelimize dönüyoruz.


Mavi Balina Macerası


Daha önce safari kısmında da bahsettiğim gibi ‘Sri Lanka Big Four’un  dördüncüsü Mavi Balina ve bizim bulunduğumuz Mirissa’da balina gözlemi için sürekli tur düzenlendiğini biliyorduk ve gelmeden önce Google dan balina tur şirketlerini bayağı bir araştırmıştım. Ve gerçekten iyi olduğuna inandığım bir tanesi haziran ayında tur düzenlemediklerini, mevsimin uygun olmadığını çok net söylemişti. Uzun elemeler sonucu bu tura karar verdiğimizden biz de daha fazla sorgulamamıştık. Bir de Semih benim kadar hevesli olmadığından ve bir miktar korktuğundan:) Ama safariden aşırı keyif aldığımızdan mıdır, tatilin rehavetinden midir bilmem ev sahibimize ‘Balina görebilir miyiz sizce?’ dedik. ‘Evet evet arayabilirim bir yeri, dün görmüşler.’ dedi. Biz de ne şirketi sorduk ne başka bir şey, birbirimize bakıp ‘Yapıyoruz galiba.’ diye heyecanlanma anı yaşadık sadece. Bu arada ev sahibimizin Booking puanlarının oldukça yüksek olduğunu ve yorumlarda bolca övüldüğünü de atlamayalım. Güvendik yani adama. Neyse, nakitimiz çok azaldığından ‘Kart geçiyor muymuş?’ dedik ‘Evet.’ dedi. Sabah 06.00 da tuk tukla biri bizi aldı tekneye götürdü. Hava rüzgarlı ve yağmurluydu. İlerde gökkuşağı ve güneş vardı. Dedim ki ‘Tropikal iklim, burada da çıkar herhalde güneş birazdan..’ Bu derin bilimsel içerikli hava tahminim keşke tutsaydı:)). Zaman ilerledikçe devasa dalgaların, fırtına ve yağmurun içinde bulduk kendimizi.  Başlangıçtaki tatlı heyecan yerini ‘Şu dalga bizi devirse direkt ölürüz .’ korkusuna ve gerçekten normali bu mu bu olayın merakına bıraktı ki değilmiş.

Balinaları bulamadıkça Hint okyanusunda fırtınanın içine içine girdik. Katılımcıların yarısının kustuğunu rahatça söyleyebilirim. Okyanusta gondola binmek gibiydi. Böyle fırtınalı zamanda balinaları görmek zaten çok zormuş ve iyi firmalar tur düzenlemiyormuş.

Bu havada görülemeyeceği baştan belliymiş yani aslında ve normalde 10-12 mil açılmak yetiyorken kaptanımız bize yaklaşık 30 mil açıldığımızı söyledi ve biraz şöyle demek için gibi hissettirdi : ‘Bakın 30 mil açıldık, yok işte‘. Teknemiz ufak bir tekneydi ve kocaman dalgalar o kadar şiddetli çarpıyordu ki. Bir noktadan sonra balinaları görmek umurumuzda bile değildi ve saate baktığımda daha sadece yarım saat olmuştu. 2,5 saatin daha bu şekilde geçeceğini aklım gerçekten almadı. Semih zaten korkuyordu, baktığımda bembeyazdı. Kaptan ve yanındakiler çok rahattı. ‘Rough wave but not biggest one’ dedi ben ‘I’m too scared’ diyince. Canım kardeşim sence ben okyanustaki en büyük dalga değil diyince rahatladım mı? Sonra çevrede bizden çok daha ufak balıkçı teknelerini gördüm ve onların rahatlığı bizi de biraz rahatlattı. Bir süre sonra aşağı kata indik bir mürettabatla. Dalgalara çarpmanın şiddeti daha az hissediliyordu ve uyduruk brandalarla da olsa kapalı kısımları vardı.(Bu arada balina gözlemine çıkmayı düşünüyorsanız yağmurluk almak iyi bir fikir. Dalgalar tekneye sertçe gelebiliyor. Okyanusun ortasındaki bilinmezlikte insan ‘Ulan dönebilcez mi sağ salim karaya geri ya’ ihtimalini düşünürken bir de ıslak ıslak soğuktan titremek istemiyor. Denendi, onaylandı.) Bu ayrıntı için üzgünüm ama gezinin en trajikomik anlarından biriydi. Bir yerde aşırı çişim geldi ve EMEKLEYEREK tuvalete gittim. Tuvaletin çıkışında tekrar emekleme pozisyonumu almıştım ki kaptanın kapıda beklediğini fark ettim. Şok içinde bana baktı elini uzattı, sanırım düştüğümü düşündü ve ‘Artık dönüşe geçiyoruz.’ dedi 😂  Okyanustaki dalgalarla ilgili hikayeleri bu deneyimi yaşamadan anlamam mümkün değildi. Aklımın tahayyül edeceği bir şey değildi. Bu macera  bittiği için gerçekten mutluyduk :)) Yarın bedava götürebiliriz sizi dediler ama yok kalsın dedik. Şimdi kahkahalarla anlatması zevkli bir anı ve bir daha denemek ister misin derseniz cevabım net evet ama kendi zamanında:)

Saat 11 de kahvaltı yapıp odaya gittik. 13.00 gibi ancak kendimize geldik ve biraz yüzmek için sahile indik. Hepsi yürüme mesafesinde, yan yana birkaç plaj vardı. Birinde kaplumbağaların olduğunu söylediler, oradan başladık. Yüzsen yüzülmüyor. Sörf dersi alabilirdik ama enerjimiz kalmadı. Su bulanık ve dalgalıydı ve sabahtan sonra açılmayacağımız da garanti olduğu için kıyıda dalgalarla oynadık:D Haziran ayı için yereller okyanusun hiç zamanı değil, şu an tehlikeli dediler. Sonra başka bir plaja gittik. Balıkçılarla doluydu. İnce uzun balık teknelerinin yanında bizimkinden farklı olarak ortasına dikey bir tahtayla tutturulmuş yatay bir parçası daha var ve belki 30-40 balıkçı aynı anda denizdeydi ve izlemesi çok keyifliydi.




Ardından meşhur fotoğraf bölgelerinden ‘Coconut Tree Hill’ e çıktık ve biraz takılıp fotoğraf çekip başka sahile geçtik. Akşam yine okyanus kenarında gün batımı renkleriyle günün yorgunluğunu atıp sabah hakkında konuşup kahkahalar atarak günü bitirdik.

Sabah 06.00 da belki okyanus sakin olur düşüncesiyle (hoşgeldin emekli albay) erken kalktık . Değildi:) 08.30 gibi otelde kahvaltımızı yaptık ve kaldığımız yere 1 saat uzaklıktaki Galle Fort’a gitmeye karar verdik.

Mirissa’da motor kiralamak çok popüler. Yerliler zaten kullanıyor ama turistlerde de çok yaygın. Semih biraz heyecanlıydı kiralamak için. Daha önce hiç kullanmamıştı. Bir deneme yap istersen dedim. Pek iyi geçmedi diyelim😅 Herkesin ortak kararı vazgeçme yönünde oldu ve sürekli şu deli otobüslere mi binsek diyorduk. Konuşurken pat diye otobüs geldi ve ani bir kararla bindik.

Otobüs gerçekten Harry Potter daki hızır otobüsü gibi. Aşırı hızlı duruyor ve kalkıyor. Kalabalık, havasız. Ayaktaydım, boş yer olunca direk oturttular beni, işleyişi aksatıyorduk muhtemelen:D


Galle Fort

Galle Fort 15 yy. da Portekizliler tarafından kurulmuş ve İngilizlerin sömürüsü altına girmeden önce de Hollandalılar geliştirmiş.

Avrupa mimarisini Güney/Güneydoğu Asya gelenekleriyle birleştirdiği için önemliymiş. İçinde çok tatlı dükkanlar, 3. nesil kahveciler, leziz dondurmacılar, şık restaurantlar olan bir yer.

Oldukça turistik olmasına ve sıcak havaya rağmen dolaşmak çok keyifliydi.



Bu arada otobüsten iner inmez burası çok büyük, yürüyerek bitiremezsiniz diye sürekli tuk tukçular geliyor. Biz yürümek istedik ama kendimizi sorguladık yanlış yerde miyiz diye. Elbette alakası yok, bir sağlık probleminiz yoksa kesinlikle yürüyün. Zaten güzel olan fener kısmı dışında cafeler, dükkanlar, sokaklar... İyi ki gelmişiz ya dediğimiz bir yer oldu. Mirissa’ya döndüğümüzde karnımız çok açtı ve daha fazla aşırı baharatlı geleneksel bir şey yemek istemediğimizi fark edip pizzacıya gittik. Yalan yok, iyi geldi ve bu gezimizin okyanus kenarındaki son gün batımı keyfini yapmak için sahile indik.


Sri Lanka’ya gelmemizi sağlayan her rastlantıya, keşfetmenin insanı çocukluğun kuvvetli duygularına döndüren hissine, farklılıkları görmenin ufuk açıcılığına, doğanın büyüleyiciliğine, kendimize ve muhteşem gün batımlarına biramızı tokuşturup koca birer yudum aldık.




Siz de böylece bu anı yazısının sonuna geldiniz.

Sevgiler


Not: Sri Lanka’da gezginlerle yaptığımız muhabbetler sonucu Anuradhapura’yı çok merak ettik, zamanınız olursa rehberle gezmek güzel bir seçenek olabilir.


Tren yolculuğu aşırı turistik bir aktivite gibi geldi, deneyimlemeden bok atmak istemem ama çok da içimde kalmadı. Bununla beraber yerellerle yaptığımız konuşmalar çay tarlalarına giden araba yolunun çok keyifli bir manzara  rotası olduğu yönünde. 




49 görüntüleme

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page